Bugünden itibaren bu köşede sizlerle hem Türkiye hem dünya ekonomisiyle ilgili gelişmeleri ve görüşlerimi paylaşarak, aynı zaman da bu gelişmelerin piyasalar üzerindeki etkisinden bahsedeceğim. O zaman başlayalım.
TCMB, 20 Ağustos tarihli Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faizini değiştirmeyerek %8,25’te tuttu. Açıklamada, iktisadi faaliyette kademeli olarak normalleşme adımlarıyla beraber Mayıs ayında toparlamanın güç kazandığı, pandemiye bağlı gelişmelerin Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerinin sınırlandırılması amacıyla yakın dönemde uygulamaya konulan parasal ve mali tedbirler, ekonominin üretim potansiyelini destekleyerek finansal istikrara ve iktisadi faaliyetteki toparlanma sürecine katkıda bulunduğu, ertelenmiş talep ve salgın tedbirleri kapsamında uygulanan likidite ve kredi politikalarına bağlı olarak ithalatta gözlenen hareketliliğin, bu politika tedbirlerinin kademeli olarak azaltılmasıyla dengelenmesinin beklendiği belirtildi.
Turizm gelirlerinde pandemi nedeniyle gerçekleşen düşüşe rağmen seyahat kısıtlamalarının hafifletilmesiyle kısmi bir iyileşme başladığı, mal ihracatındaki toparlanma, emtia fiyatlarının belirli düşük seviyeleri ve reel kur düzeyinin önümüzdeki dönemde cari işlemler dengesini destekleyeceği bildirildi.
TCMB, politika faizimiz %8,25’te kalsa da gerçek işlem gören MB ortalama fonlama faizimiz %10’a yükseldi. Piyasada likidite kısıldı, faizler yükseldi ve döviz kuru sakinleşti.
‘’Para politikası; ekonomik büyüme, istihdam artışı ve fiyat istikrarı gibi hedeflere ulaşabilmek için ekonomik kararları ve ekonominin ilerlemesini etkilemeye yönelik olarak yapılan uygulamalardır. TCMB’nın amacı; dünyadaki birçok merkez bankasında olduğu gibi, fiyat istikrarını sağlamaktır. Bu amaca ulaşabilmek için bağımsız olarak para politikası araçlarını belirler ve uygular.’’
TÜİK verilerine göre Türkiye ekonomisi geçen yılın aynı çeyreğine göre 2020/2Ç’te %9,9 küçüldü. İkinci çeyrek dediğimiz dönem salgının etkilerinin en fazla hissedildiği, ekonomilerin kapalı, sokağa çıkma kısıtlamalarının olduğu Nisan, Mayıs, Haziran aylarını kapsıyor.
2020/2Ç verilerinde devletin nihai tüketim harcamaları bir önceki 2019/2Ç verilerine kıyasla %0,8, hane halkının tüketim harcamaları da %8,6 azaldı.
TÜFE’de (2003=100) 2020 yılı Ağustos ayında bir önceki aya göre %0,86, önceki yılın aynı ayına göre %11,77 ve 12 aylık ortalamaya göre %11,27 artış gerçekleşti.
Yİ-ÜFE (2003=100) 2020 yılı Ağustos ayında bir önceki aya göre %2,35, önceki yılın aynı ayına göre %11,53 ve 12 aylık ortalamaya göre %6,71 artış gerçekleşti.
Üretici fiyatlarına baktığımızda sanayinin dört sektörünün aylık değerleri; madencilik ve taşocakçılığında %13,26, imalatta %12,29, elektrik, gaz üretimi ve dağıtımında %0,14, su temininde %11,33 artış gerçekleşti.
Hizmet sektörünün üretimde çok yüksek paya sahip olması, salgın döneminde talep durması, üretimde yer alan işgücünde oluşan arz sıkıntısı rakamlarda karşımıza çıkıyor.
Enflasyon iki temel nedenle gerçekleşir. Bu nedenler; talebin ya da maliyetlerin yükselmesidir. Talep-faiz örneğinden ilerlediğimizde, faizlerin düştüğünü düşünelim. Tüketici düşük faizli krediye daha kolay ulaşır ve mala olan talep artar. Talep artışı fiyat artışını ve dolayısıyla enflasyonu da yükseltir. Özetle faiz düşer, enflasyon yükselir. Maliyet örneğinden ilerlediğimizde, faizler düşer ve firmaların kullanmış olduğu kredi maliyetleri de düşer. Maliyeti düşen firmalar bunu fiyatlarına yansıtır ve enflasyon düşer. Bu etkenler nedeniyle normal dönemlerde Türkiye’de faiz düşüşü yüksek enflasyona neden olur. Faiz, kur, enflasyon arasındaki ilişkiyi sıralamak istediğimizde önce kur yükselir, sonra enflasyon ve ardından da faiz yükselir.
Enflasyon tarafında tek sorunumuz aslında arz yönlü baskılar değil. Aynı zamanda hızlı talep artışı, kur değişkenliği ve geriye yönelik endeksleme de bu süreci zorlaştırmakta. Elbette hepimiz düşük faiz ve rekabetçi kur talep ederiz. Ancak enflasyonu kontrol edemiyorsak ve fazlasıyla düşük faizli kredi verdiğimizde, tüketici kredileri çekip dövize dönebilir.
‘’Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak artış göstermesidir. Öncelikle; fiyatların değil fiyatlar genel düzeyinin artması gerekiyor, bu artışın da sürekli olması gerekiyor.
Enflasyon iki farklı endeksle hesaplanır:
(1) Üretici fiyatları aşamasında belirlenen fiyatlarla hesaplanan endekse üretici fiyatları endeksi (ÜFE) denir.
(2) Tüketiciye nihai satış aşamasında derlenen fiyatlar üzerinden hesaplanan endekse tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) denir.’’
TÜİK, 2020 Haziran döneminde işsiz sayısını 4 milyon 101 bin kişi, işsizlik oranını ise %13,4 olarak açıkladı. Mevsimsel etkilerden arındırılmış verilere göre işsizlik oranı %14,3. Haziran itibariyle mevsimsel etkilerden arındırılmış istihdam oranı %41,6. Pandemi nedeniyle alınan önlemlerde işten çıkarmalar yasaklandığı için kayıtlı çalışanlar işlerini koruyor. Kısa çalışma ödeneği alan çalışanlara aylık kişi başı ödeme 1545 TL, ücretsiz izne ayrılan çalışanlara aylık kişi başı ödeme 1168 TL ödeme yapılıyor. İstihdamda azalma varsa işsiz sayısında artış olması gerekir. Çünkü iki terimin toplamı işgücünü verir.
‘’Bir ekonomide iş gücünü oluşturanların sayısı ile istihdam edilenler arasındaki fark işsizleri tanımlıyor. Türkiye’de işsiz tanımı son 4 hafta içinde işe girmek isteyip, giremeyen olarak tanımlanıyor. İşsizlik oranı; işsizlerin sayısının toplam işgücüne bölünmesiyle bulunuyor.
15+Yaş üzerinde bir kişinin işsiz sayılabilmesi için:
(1) Son 4 hafta içerisinde bir gün dahi ücretli ya da ücretsiz hiçbir işte çalışmamış olması,
(2) Son 4 hafta içerisinde iş arama koşullarından en az birini kullanmış olması,
(3) 2 hafta içerisinde işbaşı yapabilecek durumda olması gerekiyor.’’
İthalat ve ihracat verilerine baktığımızda; mal ve hizmet ithalatı 2020/2Ç ve bir önceki yılı 2019/2Ç verilerine kıyasla %6,3, ihracatı %35,3 azaldı. Büyümeye dair iki önemli gösterge üretim ve tüketimdir.
Dünya Ticaret Örgütü (WTO), küresel ticaretin yaklaşık olarak %90’ını gerçekleştiren 73 ülkeye ait aylık dış ticaret verilerini açıkladı. 2018 Aralık ayından itibaren düşüş eğiliminde olan küresel ticaret, pandeminin etkisiyle 2020 Haziran ayında bir önceki yılın aynı ayına göre %9,5 düşüşle aylık bazda 1,4 trilyon dolar olarak gerçekleşti.
İhracat hacimlerinde Almanya %9,6, ABD %23,8, Hollanda %6,3, Japonya %25,8, Güney Kore %10,8 düşüş kaydetti. Çin’in ihracatı %0,5, İrlanda %12,2, İsviçre %6,6 arttı. Yıllık bazda küresel ihracat %7,5 düşüşle 17,7 trilyon dolar gerçekleşti.
GSYH’yi oluşturan faaliyetleri incelediğimizde; 2020/2Ç bir önceki yıla göre, tarım %4, bilgi ve iletişim faaliyetleri %11, finans ve sigorta faaliyetleri %27,8, gayrimenkul faaliyetleri %1,7 arttı. Sanayi %16,5, inşaat %2,7, hizmetler sektörü %25, mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri %16,5, kamu yönetimi, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetleri %2,4 ve diğer hizmet faaliyetleri %18 azaldı.
‘’GSYH; bir ülkede belirli bir dönem içinde (3 ay, 6 ay, 1 yıl) üretilen bütün nihai malların piyasa fiyatları üzerinden toplanmasıyla oluşan toplam değere gayrisafi yurtiçi hasıla denir. GSYH hesaplanırken nihai malların piyasa satış fiyatı dikkate alınır. Yani çeşitli maliyet kalemleri, işçilik gibi değerler hesaplamada kullanılmıyor. Üretilen malın, tüketiciye nihai satış fiyatları toplanarak hesaplanıyor. GSYH, bir ülkenin bir çeyrek yıl veya 1 yıl içerisinde ne kadar üretim yaptığını bize fiyatlar cinsinden gösteriyor.’’
Yukarıda bahsettiğim veriler üzerinden ilerlediğimizde sonuç olarak; ekonomik açıdan sürdürülebilir büyüme de ön koşul fiyat istikrarının sağlanmasıdır. Yani enflasyona neden olmayan büyüme modelidir. Kısa vade de gerçekleşen ekonomik büyüme hızının uzun vade de devam etmesidir. Sermaye getirilerinin uzun vadede artış göstermesi, yeni yatırımlara teşvik edilmesi sürdürülebilir büyüme için önemli etkenlerdir. Orta ve uzun vadeli tamamlayıcı bir strateji çerçevesinde ilerliyor olmak önemli.
https://www.dailysabah.com/opinion/op-ed/turkeys-economic-outlook-and-strategies-for-future