Faiz kararına geçmeden önce son attığımız adımları değerlendirmek lazım. Türkiye’de pandemi sonrasında koordineli bir şekilde bütün kanallardan parasal genişleme yapıldı. Merkez Bankası faizleri indirmeye devam etti.
Zorunlu Karşılık (ZK) ile kredi artışını teşvik etmeye çalıştı, tahvil alımı yaptı. Hazine ve Kamu Bankaları faizleri düşük tutmaya çalıştılar ve hızlı bir parasal genişleme yaşandı. BDDK, aktif rasyosu ile kredileri teşvik etmeye çalıştı.
Merkez Bankası’nın parasal genişlemesi ile ciddi kredi artışlarıyla talebin arttığını ve bunun da mutlaka enflasyona etkisi olacağı, döviz kuru üzerindeki baskı, cari açığın artması gibi etkileri görmeye başladık. Çok fazla rezerv harcadık, kur yılbaşından itibaren %25 değer kaybetti. Politika faizine dokunmadan faiz koridoru içinde kısa vadeli faizler yükseltildi. Bir taraftan düşük faiz, bir taraftan yüksek enflasyon, bir taraftan bitmek üzere rezervler ve kur baskısı finansal istikrarı etkilemeye başladı.
Parasal genişlemenin ekonomik büyüme ve TL üzerindeki değer kaybını incelediğimizde, kredi ile büyüme arasındaki ilişkinin ne zaman güçlenip ne zaman zayıflayacağını doğru analiz etmek gerekiyor. Krediler kısa vade de bir talep yaratır, ancak kredilerin ne kadar verimli dağıtıldığı da son derece önemli. Üretimi destekleyecek şekilde kredi verilirse o zaman gerçekten potansiyel üretimi artırır ve kalıcı büyüme sağlar. Ancak krediler verimli kaynaklara gitmezse, tüketime yönelik harcamaya dönüşürse yan etkileri olur. Döviz kuru, enflasyon, cari açık,geri ödenemeyen kredi riski artar ve bankaların da bilanço kalitesini de bozar, bilançolarda yükümlülükler artar. Bu tablo bir sonraki çeyrek dönemde büyümeden alır. Krediler her zaman kalıcı büyüme sağlamaz. O nedenle kredilerin nasıl verildiği, nasıl üretim kapasitesini desteklediği, verimli kaynaklara verilip verilmediği son derece önemli.
Krediyi her zaman büyümeyi canlandıracak bir araç olarak görüyoruz, malesef. Ama bunun da bir maliyeti var ve bu maliyetin içinde döviz kuru üzerindeki etki bulunuyor. Parasal genişleme ile birlikte ortaya çıkan paranın bir kısmı altın, bir kısmı dövize gitti. Yabancı yatırımcı, parasal genişleme bir süre sonra enflasyon ve döviz kuru üzerinde baskı yaratacağı düşüncesi ile kendi getirilerini korumak amacıyla TL varlıklardan çıktı ve kur üzerinde baskı oluştu. Yerli yatırımcı da, reel faiz negatif düzeye gelince kendi tasarruflarını korumak amacıyla TL varlıklardan altın ve dövize geçti. Bu nedenle kur ve enflasyon üzerinde önemli bir baskı yaşadık.
Bunların yanında son 1-2 aydır normalleşme adımları olduğunu görmekteyiz.
Bir taraftan BDDK, Aktif Rasyosu’nda esnemeye gidiyor, diğer taraftan tüketici kredilerinde 60 aydan 36 aya vade kısaltması yapılıyor, Hazine’de faizlerin piyasa dengeleri şeklinde yukarı gitmesine izin veriyor. Özel bankaların mevduat ve kredi fiyatlamalarında daha gerçekçi ve rasyonel olmasına izin veriliyor. Mevduat ve kredi faizi artışına baktığımızda oldukça sıkılaştırıcı yönde ilerlediğini görebiliyoruz.
Tüketici kredileri açısından değerlendirdiğimizde; kredilerde ki artış, cari açığın en önemli etkenlerinden. Tüketici kredileri ve ithalat arasında çok önemli bir korelasyon bulunuyor. BDDK tarafından alınan kararda, kredi vade kısaltması ile oluşan talep azalması bir şekilde ithalatı sınırlayacak ve cari açığı da azaltacaktır, cari açık azalırken döviz kuru üzerinde ki baskı azalacaktır.
Dünyada likidite bolluğu yaşanıyor ve önümüzdeki dönemde bu durumun devam etmesi bekleniyor. Amerika Merkez Bankası FED uzun süre faizlari düşük tutacağını söyledi ve Jackson Hole toplantısında tekrar dile getirdi. ‘’Enflasyon ve işsizlik yükselse de biz faizleri artırmayacağız’’ dedi. Düşündüğümüzden daha uzun süre faizler sıfıra yakın gidebilir demek. Gelişmekte olan ülkelerde faizler bu kadar düşük seviyede gittiğinde risk iştahı artıyor, yatırımcıların risk alma kapasitesi de artarak gelişmekte olan ülkelere daha fazla yatırım yapmaya teşvik ediliyor. Önceki yıllarda yaşanan krizlerde bunu net şekilde gördük.
Merkez Bankası’nın önemli araçlarından birisi politika faizleri. Büyük bir çoğunluk Merkez Bankası’nın politika faizini sabit tutacağını bekliyordu. Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faizini doğru ve gecikmeli bir karar ile 200 baz puan artışla %10,25’e yükseltti. Rasyonel beklentilerin tersine, çok da iyi yaptı. Piyasaların doğru fiyatı bulmasında Merkez Bankası’nın verdiği mesaj olumlu ve güveni tazeledi. PPK’nın Ocak ayı toplantısında 5,85 olan USD/TL kuru, Eylül toplantısında 7,85 idi. PPK’nın hemen ardından USD %1 değer kaybetti. Merkez Bankası’nın 24 Eylül’de faiz kararının hemen ardından, BDDK’nın swap tarafında attığı adımlarla ardı ardına hamleler gelmeye başladı. BDDK türev limitlerinde de genişlemeye gitti.
Yıllık enflasyon %12, fonlama faizi %10,70 şuanda. Negatif reel faiz devam ediyor.Fonlama maliyeti ve politika faizi arasındaki makasın açılmaması gerekiyor. O nedenle politika faizi artırımı konusunda gidecek yerimiz hala var.
Para politikasının basit, kolay, anlaşılabilir olması hem enflasyon, hem işsizlik hem büyüme tarafında son derece önemli. PPK’da alınan karar ile enflasyon problemini ciddiye alan bir Merkez Bankası görüyoruz. Dilerim istikrarlı devam ederiz.
Ve sıradaki hamle Aktif Rasyosu..
https://www.dailysabah.com/opinion/op-ed/why-turkish-central-banks-decision-is-positive